13 Nisan 2018 Cuma

ASLANLARIN BÜYÜTTÜĞÜ PEYGAMBER HZ DANYAL








Benim bir Rabbim var. O bana ilim ve hikmet verdi. Kendisinden başkasına secde etmememi emretti. 





BABİL'İN ZALİM KRALI NEBUKADNEZAR İLE DANYAL PEYGAMBER

M.Ö 6. yy'da yaşayan Nebukadnezar dönemine damgasını vuran krallardan oldu. ''Allah'ın İsrailoğullarına sözlerinde durmadıklarını için O'nu musallat ettiği yorumları yapıldı. Çünkü bu zalim kral İsrailoğullarının üzerine kara bulut gibi çöktü. Bir kavmi sararan yapraklar gibi savurdu.

İsrail'i ele geçiren Nebukadnezar burada yaşayanları kılıçtan geçirdi. Kutsal mabet Süleyman Tapınağı'nı yıktı. Tapınaktaki değerli eşyaları yağmaladı bir kısmını ise Babil'e götürdü. Zalim kral esir aldığı yüz bin çocuğu ise kumandanlara ve prenslere hediye etmek üzere yanında götürdü. Bu çocuklar arasında Allah tarafından elçi olarak seçilmiş bir isim de vardı ama gücü tüm Ortadoğu'yu kasıp kavuran Nebukadnezar bunu bilmiyordu. 

Zalim kral zevk sefa içinde yaşadığı sarayında bir gece ansızın kan ter içinde uyandı. Kapıda bekleyen nöbetçiler kralın çığlıklarını duyunca kötü bir şey olduğunu tahmin ettiler, hemen odaya daldılar. Gözleri fal taşı gibi açılan kral eliyle onlara çıkın işareti yaptıktan sonra terini sildi, baş ucundaki testiden kana kana soğuk su içti. Rüyasında İsrailoğullarından bir çocuk O'nu tahtından ediyor, rezil duruma düşüyordu. 

Gördüğü kabus sonrası  sinirleri kral sabahı beklemeden hemen komutanları çağırdı. Tüm komutanlar apar topar saraya toplandı. Zalim kral İsrail'den getirilen tüm çocukların bulunmasını,,, hepsinin öldürülmesini istedi. İsrail'den getirilen çocuklar tek tek bulundu. Kralın acımasız adamları minik bedenleri acımasızca kılıçtan geçirdi. Babil'deki çocukların öldürüldüğünü duyan Danyal'ın üvey ailesi çocuklarını askerlere vermek istemedi. Çareyi Danyal'ı şehrin dışında bir mağaraya gizlemekte buldu. Ama Danyal henüz 2 yaşındaydı. Bu mağarada hayatta kalması çok zordu ama Babil'de kalırsa yaşama şansı hiç yoktu. Ailesi bu yüzden istemeyerek de küçük çocuğu mağaraya bıraktı. 

Ailenin aklı minik Danyal'da kaldı ama Allah seçilmiş kulunu koruyacak. O'nu koruması için iki vahşi arslanı görevlendirecekti. Hava kararınca mağaraya gelen iki aslan Danyal Peygamber’e sahip çıktı. Küçük çocuğu parçalayıp yemek yerine O'nu sahiplendiler. Dişi aslan Danyal Peygamber’i emzirdi. Erkek aslan ise ağzıyla getirdiği meyveleri küçük çocuğa ikram etti. Arslanlar yavruları gibi baktıkları Danyal peygamberi büyüttü. Seçilmiş genç büyüyünce mağaradan ayrıldı. Babil halkının arasına karıştı. 
 
Danyal Peygamber’in topluma karıştığı sıralarda Babil Kralı zulmünü iyice artırmıştı. Nebukadnezar altından dev bir heykel yaptırmış heykelin etrafına da pek çok asker yerleştirmişti. Askerler zaman zaman ellerindeki davulları çalıyor. Bu sırada herkesin heykele secde etmesi isteniyordu. Babil toplumu davul sesini duyar duymaz hemen secdeye kapanıyordu. Danyal Peygamber bir gün heykelin yanından geçerken askerler davulları çalmaya başladı. Herkes yine secdeye kapandı. Ama Danyal secdeye gitmedi. Yanına gelen askerler hemen yere yatmasını söyledi ama Danyal söyleneni yapmadı. Askerler de bu asi genci biraz hırpalayarak hapishaneye attı. 

Zalim kral Nebukadnezar'ın zulmü artıyor ama mutlu olacağına her gün daha çok tedirgin oluyordu. Bir gece yine kabus gördü. Kan ter içinde uyandı ama yaşadığı korku sebebi ile ne gördüğünü hatırlayamıyordu. Hemen tüm sihirbazlar, büyücüler, kahinler saraya çağrıldı. Nebukadnezar kahinlerden 3 gün içinde hem rüyasını bilmelerini hem de yorumlamalarını istedi. Aksi taktirde hepsini öldüreceğini söyledi. Tüm kahinler büyük telaş içine düştü. Hepsi birbirine bakıyor arslanlara atılarak mı yoksa fırınlarda yakılarak mı öldürülecekleri tahmininde bulunmaya çalışıyorlardı. Çünkü hiçbirinin zalim kralın rüyası ile ilgili en ufak bir fikirleri bile yoktu.
 
Ülkede herkes 3 gün sonunda neler olacağını merak ederken haber hapishanedeki Danyal Peygambere de ulaştı. Danyal peygamber nöbetçiler aracılığı ile krala haber yolladı. Nebukadnezar'a rüyasını yorumlayabileceğini söyledi. Kral Danyal'ı hemen huzuruna çağırttı. Danyal Peygamber kraldan rüyasını anlatmasını istedi. Ama Nebukadnezar ''rüyasını da hatırlamadığını onu da anlatması gerektiğini aksi takdirde genç peygamberi fırında yakacağını'' söyledi. 

Danyal Peygamber öfkeli kralı sakinleştirdi. ''Bilge adamları ve astrologları öldürmeyin ben size rüyanızın ne olduğunu anlatacağım'' dedi. Danyal'ın ağzından dökülen ''Size rüyanızın ne ile ilgili olduğunu söyleyeceğim çünkü gökte sırları açığa çıkaran bir Allah var. Allah rüyanızı bana bildirdi.'' sözleri öfkeli kralın aklını karıştırdı biraz da şaşırttı.

Sonra Danyal Aleyhisselam rüyayı anlatmaya başladı. ''Siz dev bir heykel gördünüz. Heykelin başı altından göğsü gümüşten bacakları demirden ayakları ise kildendi. Çok şiddetli bir rüzgar esti. Kilden olan ayakları dağıldı. Heykel un ufak oldu''.

Danyal peygamber anlattıkça Kral Nebukadnazar rüyasını hatırladı. ''Peki söyle bakalım bu rüya ne anlama geliyor?'' dedi.

Danyal Peygamber ''heykelin Babil krallığını temsil ettiğini, heykelin altın başının ise Nebukadnazar olduğunu'' söyledi. Siz ölene kadar krallığınız zirvede olacak ama ölünce krallık dağılacak. Ve Babil krallığı yok olacak.

Bunları duyan Nebukadnazar, Danyal Peygamber’e saygı duymaya başladı. Bir yasa çıkararak Danyal Peygamber ile Rabbine saygısızlık yapana ağır cezalar koydu. 
 
Danyal Peygamber'in bulunduğu yıllarda Babil'in günleri bolluk ve bereket içinde geçti. Bahçeleri ve bağları ile ün salan şehir çölün ortasında bir cenneti andırıyordu. Babil bahçelerinin ünü kısa sürede tüm ülkelere yayıldı.

Ama iyice yaşlanan kral Nebukadnazar ölünce yerine geçen Halefi Behmen Bin İsfendiyar (Baltazar) sarayda bulunan herkesin kendisine secde etmesini istedi. Ama Danyal Peygamber ile O'na tabi olanlar bu isteği yerine getirmedi. Kızgın kral Danyal Aleyhisselam ile ümmetinin çok ağır cezalara çarptırılmasını , böylece halkın gözünün korkutulmasını istedi.

Saray görevlileri üfledikleri borularla krala isyan edenlerin cezalandırılacağını tüm Babil'e duyurdu. Kral Danyal'ın arslanlara atılarak cezalandırılmasına karar vermişti. Arslanlar 3 gün önceden aç bırakıldı. 

Kalabalık sarayın bahçesinde toplandığı sırada Danyal Aleyhisselam elleri ve gözleri bağlı olarak bahçeye getirildi. Halk Danyal Peygamber’i bu halde görünce çok üzüldü ama zalim kraldan korktukları için seslerini çıkaramadılar. Kralın adımları Danyal'ı kuyuya attı. Kral da kahkalarla ayağa kalktı ''ey ahali işte bana secde etmeyenlerin sonu budur'' dedi. Kral aç aslanların Peygamberi parçaladığını düşünerek kahkaha atıyordu. Ama kuyuya bakan askerler şaşkınlıktan dillerini yutacak haldeydiler. Çünkü koca arslanlar Danyal peygamberin yanına yaklaşıyor, O’nun önünde adeta diz çöküp peygambere bağlılıklarını bildiriyordu. Danyal Peygamber de arslanları seviyordu. 

Bir aksilik olduğunu fark eden kral kuyunun başına koştu. O da gördükleri karşısında büyük şaşkınlık yaşadı. Danyal Peygamber'in korunduğunu daha iyi anladı. Hemen kuyudan çıkartıp ona dokunulmayacağının garantisini verdi. Ama artık çok geçti. Danyal Peygamber Babil'den ayrılmaya ve başka yerlere de Allah’ın adını ulaştırmaya karar vermişti. 

Halkın tüm ısrarlarına rağmen Babil'den ayrılan Danyal Peygamber kuzey batıya ilerledi. Şimdiki adı Tarsus olan bölgeye yerleşti. O sırada Tarsus’ta yaşayanlar büyük sıkıntı içindeydi. Kıtlık yaşanan şehrin ambarları boşalmış, değirmenlerinde buğday öğütülmez olmuştu.

Sıkıntılı günler yaşayan beldede güneş her yeri kavuruyordu. Ta ki Danyal Aleyhisselam Tarsus’a gelene kadar. Bu gizemli kişinin gelmesi ile bir anda yağmurlar yağmaya başladı. Ekinler boya kadar ulaştı. İlçe halkı bolluğun ve bereketin sebebinin kısa süre içinde Danyal Peygamber olduğunu anladı. O'nu el üstünde tuttular. Gördükleri her yerde saygıda kusur etmediler. Kalpleri okuyabilen Danyal Peygamber insanların sevgisini görünce ömrünün geri kalan kısmını Tarsus’ta geçirdi. Ve bu belde de vefat etti.

Danyal Peygamber vefat edince naaşı için 3 metrelik bir sanduka yapıldı. Kılıcı ve parmağındaki yüzüğü ile defnedildi. Yüzüğünde küçük bir çocuğu yalayan dişi ve erkek aslan figürü vardı.

Danyal Peygamberin ölümünün ardından Babil’de kuraklık baş gösterdi. Halk eski günlerdeki bolluğu arar oldu. Kıtlık 7 sene devam etti. Buna daha fazla dayanamayan halk isyan etti. Krala giderek Danyal Peygamberi geri getirmesini istedi. Kral Danyal Aleyhisselam’ın Tarsus’a gittiğini biliyordu. Halktan temsilciler ile askerlerden oluşan bir heyet Tarsus’a gitti. Danyal Peygamber’inin naaşı alınarak kağnılarla Babil’e götürüldü. Naaşın götürüldüğü yerlerde ilginç olaylar oluyordu. Naaşı taşıyan kağnının yaklaşması ile o beldede hemen hava kararıyor. Gökyüzünden bardaktan boşalırcasına yağmur yağıyordu.

Danyal Peygamber’in naaşı daha sonra yeniden Tarsus’a götürülüp makamına defnedildi. İslam Halifesi Hz. Ömer Tarsus’u fethettiğinde Danyal Peygamber’in mezarını açtırdı. İslam Halifesi burada büyük bir lahit içerisinde altın ipekle dokunmuş kumaşa sarılı 3 metre uzunluğunda bir naaş gördü. Hz. Ömer naaşın parmağında iki aslan tarafından yalanan çocuk figürünü görünce mezarın Danyal Peygamber’e ait olduğunu anladı. Danyal Peygamber’in naaşının Yahudiler tarafından  çalınabileceğini düşünen Hz Ömer naaşı daha derin bir noktaya defnettirdi. Üzerinden de Berdan Nehri’nden gelen ufak bir çay suyu geçirdi. Hz Ömer tarafından emniyete alınan kabir yüzyıllar sonra caminin tamiratı sırasında bulundu. Caminin arka ve alt kısmında suyun giriş yerinde gayet kalın ve büyük mazgal demirleri çıkınca araştırmalar derinleştirildi. Suyun çok altında olduğu tespit edilen mezar ortaya çıkarıldı. Çevresi düzenlenen kabir şu an Mersin’in Tarsus ilçesinde ziyaret edilebiliyor.

10 Nisan 2018 Salı

İKİ GARİBİN AŞKINA MEZAR OLDU MALABADİ KÖPRÜSÜ

Malabadi köprüsü
Orada başladı bitti
Şu garibin öyküsü


AŞKIN MEZARI MALABADİ KÖPRÜSÜ

Batman çayı sevenleri ayıran ne ilk ne de son engel. Ama çay öyle bir aşka mezar oldu ki sevenlerin gözyaşları hiç kurumadı. Bu acı öykü yılları aştı günümüze ulaştı.

İki sevdalı yürek, birbirine tutkun iki genç Fatma ile Badi. Fatma ay yüzlü , iri siyah gözlü, siyah lüle lüle saçları ile gören delikanlıların yüreğinde bir alev topu. Güzelliği dillere destan Fatma'nın güzelliği, çevre köylerdeki tüm ağaların beylerin dilinde. Herkes Fatma'yı oğluna gelin almak istiyor ama ceylan kadar ürkek bu yüreğin bir sahibi var. O da dağlarda koyun güderken kaval çalan, yanından hiç ayırmadığı sazıyla kelimeleri ardı ardına dizen yağız bir delikanlı Badi.

Birbirine vurgun iki genç kışın coşan yazın durulan Batman Çayı'nın iki farklı yakasında yaşıyordu. Sık sık çayın kenarına gelen sevdalı gençler suları aşıyor, gözlerden ırak bir noktada birbirine kavuşuyordu. Taki o talihsiz güne kadar. Fatma yine Batman çayının  yanına yaklaştı. Karşıdan gelen Badi'yi görünce kalbi  sanki O'nu ilk kez görüyormuş gibi atmaya başladı. Bir an önce sevdiğine kavuşmak için nehre adım attı ama kar sularının karışması ile iyice coşan Batman Çayı Fatma'yı yuttu. Talihsiz genç kız sürede akıntıya kapılıp gözlerden kayboldu.

Yarini Batman çayına veren Badi kendini dağlara vurdu. O günden sonra gözünde yaş dilinden Fatma'nın adı eksik olmadı. Dertli çoban kavalı öyle çaldı, sazın teline öyle vurdu ki aşkı dağlarda yankılandı. Sevdası dilden dile yayıldı. O zamanın Batman Beyinin kulağına gitti. 

Bey Badi'ye derdini sordu. Genç adam yüreğindeki ateşi orta yere döktü. Bey baktı Badi yaşayan ölü. Nefes alıyor , konuşuyor ama aslında yaşamıyor. Genç adam çoktan aklını yitirmiş.

Bey, Badi' yi sevindirmek için ''Ben bu zalim çaya bir gem vuracağım, nehrin üzerine bir köprü yapacağım. Sizin gibi aşıklar bu köprüden geçsinler, rahatça sevdikleri ile buluşsunlar, artık Batman çayı ayrılık değil kavuşmanın, gözyaşının değil buluşmanın adresi olsun' demiş. Badi bu fikre çok sevinmiş. Yüreği biraz olsun soğur gibi olmuş.

Beyin adamları hemen başlamış çalışmaya. Taşları üstü üste koymuşlar, aralarına kilit vurmuşlar. Köprü yükseldikçe yükselmiş ama sıra kemer örmeye gelince işler ters gitmeye başlamış. İşçiler köprüyü bir türlü karşı tarafa bağlayamamış. Bey bu duruma çok öfkelenmiş. Adamlarına ceza vermiş. ''Bana gidin Badi'yi çağırın'' demiş. 

Badi, Beyin karşısına çıkmış. Bey genç adama ''Badi, sana söz verdim ama adamlarım köprüyü yapamadı. Bu iş yarım kaldı'' demiş. Köprünün yarım kaldığını duyunca çok üzülen Badi ''Bey bu köprüyü ben tek başıma tamamlayacağım. Ama köprüyü tamamlayabilirsem, senin sağ elini keseceğiz'', ''eğer tamamlayamaz isem sen benim sağ elimi kestir'' demiş. Badi'nin tek başına köprüyü bitirmesinin imkansız olduğunu düşünen Bey teklifi kabul etmiş ''tamam'' demiş.

Badi yarım kalan köprünün yanına varmış hemen çalışmaya başlamış. Taşları tek tek yontmuş, düzeltmiş, yerlerine koymuş.Genç adamın ilmek ilmek dokuduğu köprü 3 ayda tamamlanmış. Badi köprünün tamamlandığını Bey'e haber verince Bey önce şaşırmış ama bir kere söz verdiği için sağ elinin kesilmesini de kabul etmiş. Bu olayın ardından Malabadi Köprüsü'nün üzerine kesik bir el işareti çizilmiş.

Nice aşklara ev sahipliği yapan bu köprü hala ayakta. Altından sular akmaya üzerinden aşıklar geçmeye devam ediyor. Badi ile Fatma'nın aşkı ise şarkılarda yaşıyor. 

Malabadi köprüsü, 
Malabadi köprüsü, 
Orda başladı bitti, 
Şu garibin öyküsü, 

Karşıki aşiretten, 
Bir kıza gönül verdi, 
Aşkı uğruna hergün, 
Bu köprüye giderdi, 
Siirt'in dağlarında, 
Uçan kuşu vururdu, 
Fatmayı okşadıkça, 
Kalbi sükün bulurdu, 
Ooof garibim ooff, 





Boynuz kulağı geçti sözünün kaynağı Hasankeyf'te

MEDENİYETLERİN KAYADAN BEŞİĞİ; KENTİ HISN-I KEYFA


Boynuz kulağı geçti sözü medeniyetlerin beşiği Hasankeyf'in en çok bilinen hikayelerinden. Tarihin hızla dönen yaprakları insana ait olan aşkı, öfkeyi, sevgiyi ve kıskançlığı azaltamadı. İnsanlar vicdanlarından gelen sesi dinleyip zaman zaman medeniyetler yıktı, binlerce canı kılıçtan geçirdi, zaman zaman kurdukları medeniyetler ile dünya üzerinde huzurun, mutluluğun temsilciliğini yaptı.

Urartular, Artuklular, Asurlular, Romalılar, Eyyübiler, Akkoyunlular ve Osmanlı. Hasankeyf'in ağırladığı medeniyetlerden sadece bir kaçı. Tarihin köklü medeniyetlerinin dalları hep Hasankeyf'e uzandı. Tarihi şehir Hasankeyf'e pek çok eser kattılar ama aynı zamanda Hasankeyf'ten pek çok hikayeyi de yanlarına alıp tarihe adlarını yazdırdılar. O hikayelerden birisi de kıskanç ustası ile akıllı çırağının hakiyesiydi.

Kitabesinde 1409 yılında yapıldığı yazılı olan Er Rızk Cami'nin kendi yıkıldı ama minaresi yüzyıllardır Dicle'nin bekçiliğini yapıyor. İnce işçiliği ile görenleri ilk bakışta etkilemeyi başaran minarenin yapılış hikayesini duyanlar ise biraz üzülüyor biraz ise seviniyor.

Hasan Keyfe pek çok eser kazandıran bir ustanın çalışkan mı çalışkan çok sevdiği bir çırağı varmış. Usta ile çırak işleri birlikte alır yapılacak binaları o günün mimarisine uygun olarak kısa sürede tamamlarmış. Gel zaman git zaman çırak işi öğrendiğini düşünmüş, ustasının yanından ayrılmak için izin istemiş ama ustası bu fikre çok sıcak bakmamış. Aralarında başlayan soğukluk kavgaya dönüşmüş, usta ile çırak yumruk yumruğa birbirine girmiş. Bunu gören çevredekiler kavgayı ayırmış. Sonrada ''derdiniz ne diye sormuşlar''. Çırak başından geçenleri bir bir anlatmış. Herkes çırağa hak vermiş ama usta da hatırlı adam. O'nu da kırmak istememişler. ''Arayı bulabilmek için bir yarışma yapalım. Camilerimiz var ama minareleri yok. Caminin birine usta diğerine çırak minare yapsın. Minaresi güzel olan bundan sonra Hısn-ı Keyfa'nın ustası olsun'' demişler.

Her iki tarafta bu öneriyi kabul etmiş. Başlamışlar minareleri inşa etmeye. Hem usta hem de çırak gece gündüz çalışmış. Taşları üst üste koymuşlar zaman zaman minarelerin desenlerini kilim gibi dokumuşlar. Ve ortaya gelecek nesillere bırakılacak iki önemli eser çıkarmışlar.

Minareler açılmadan önce çırak ustasına saygıyı elden bırakmamış. Kalabalık görmeden önce ustasının ilk olarak eserini görmesini istemiş. O'nu minaresini gezmesi ve görmesi için davet etmiş.

Usta minareye çıkmış, şerefeye kadar tırmanmış. Ama o da ne. Çırak da şerefede. Şaşkınlığını gizleyemeyen usta ''Sen buraya nasıl çıktın?'' demiş. Çırağı da minareye çıkan ama diğer yol ile hiç kesişmeyen ikinci bir merdiven olduğunu söylemiş. Ustası bunu görünce çırağının kendisini geçtiğini anlamış. Çırağını tebrik etmek yerine gururuna yenik düşmüş. Şerefeden kendisini aşağıya bırakmış. Usta ile çırağı arasındaki bu rekabet Hasan Keyf'ten çıkmış tüm Anadolu'ya yayılmış.




9 Nisan 2018 Pazartesi

KEŞİŞLERİN RÜYASINDAN ÇIKAN MANASTIR; SOU-MELA







Keşiş Barnabas kutsal kitabı İncil’i okurken üzerine bir ağırlık çöktü. Gözleri yavaş yavaş kapanan keşişin karşısında biranda İsa’nın havarilerinden Aziz Lukas belirdi. Aziz Lukas’ın elinde kendisinin çizdiği Meryem Ana ikonası vardı. O sırada yavaş yavaş artan müziği fark etti. Evet bu kilisede yapılan ayinin müziğiydi. Bu sırada kanatları gökyüzüne uzanan bembeyaz iki melek gelerek ikonayı Aziz Lukas’ın ellerinden aldı. Melekler açık olan camdan çıkarak hızla uzaklaştı.
Barnabas ne olduğunu anlamaya çalışırken bu kez Meryem Ana’yı gördü. Meryem Ana keşiş Barnabas’tan ikonasının bulunmasını istiyordu. Barnabas hemen bulunduğu kiliseden çıktı. İkonanın peşinden koşmaya başladı. Melekleri uzun süre takip eden Barnabas kendisini Trebizond’ da ( Trabzon) gördü. Mela dağlarının yamaçlarında gezinen keşiş yemyeşil ağaçların arasından süzülerek gelen bir akarsuyu takip etti. Barnabas dimdik dağları tırmandı ve Mela dağının yamacına kadar ulaştı.
Yamaçta bir mağara olduğunu gören keşiş ürkek adımlarla mağaranın girişine yöneldi. İçeriden gelen parlak ışığa kilisede duyduğu müzik de eşlik ediyordu. Mağaranın içine doğru birkaç adım daha atan Barnabas peşinden koştuğu ikonanın mağaranın duvarında asılı olduğunu gördü. Tam ikonaya uzanacakken mağaranın derinliklerinden gelen bir ses duydu. Bu Meryem Ana’ydı. Meryem Ana Barnabas’a ikonasını bulduğu için önce teşekkür etti. Daha sonra ise Barnabas’ı koruyacağını müjdeledi. Meryem Ana’nın kendisine gülümsediğini fark eden Barnabas mutluluktan uçacak gibiydi. Kalbinin yerinden çıkacak gibi attığını fark eden Barnabas bir anda uyandı. Kan ter içinde kaldığını fark eden keşişi o gece bir daha uyku tutmadı.
Keşiş Barnabas sabah olur olmaz soluğu patriğin yanında aldı. Ona gördüğü rüyayı anlattı. Trebizond İmparatorluğu’na gitmek için izin istedi. Patrik keşişi bu kutsal yolculuğa dualarla yolladı.
Keşiş Barnabas gemiyle geldiği Trebizond’da İmparator III. Alexios’un yanına gitti. İmparator Atina’dan gelen misafirine büyük ilgi gösterdi. Alexios keşişe ‘’seni buraya atan rüzgar nedir Barnabas ’’diye sordu. Barnabas gördüğü rüyayı İmparator’a anlatmaya başladı. Barnabas anlattıkça İmparator’un yüzü şekilden şekile giriyordu. Alexios’un çok şaşırdığı her halinden belliydi. Keşiş ‘’İmparator Alexios neden bu kadar şaşırdınız’’ dedi. Alexsios adamlarından daha birkaç gün önce yine Atina’dan gelen başka bir keşişi Sopranios’u çağırmalarını  istedi. Sopranios huzura gelince Ondan gördüğü rüyayı anlatmasını istedi. Sopranios anlattıkça Barnabas’ın ağzı daha çok açık kaldı. Çünkü Barnabas ile Sopranios tıpatıp aynı rüyayı görmüştü.
İki keşişi karşısına alan İmparator onlara her türlü desteği vereceğini söyledi. Yanlarına bölgeyi iyi bilen adamlarını verdi. İki keşiş adamlarla birlikte Mela dağına tırmanmaya başladı. İlk olarak Panagia deresini buldular. Daha sonra ise dereyi takip ederek dağa tırmandılar. İşte rüyalarında gördükleri mağara oradaydı. Hemen mağaraya koştular. İlk olarak mağaraya bir kilise kurdular. Daha sonra da İmparator’a haber göndererek rüyalarında gördükleri yamacı bulduklarını haber verdiler. İmparator iki keşişe gerekli tüm imkanları sağladı. Yaklaşık 500 adam da gönderdi.Ve iki keşiş Mela Dağı’nın yamacına tarihe meydan okuyarak günümüze kadar gelen manastırı inşa etti. Bu görkemli yapıya Rumca’da  Mela’da anlamına gelen Sou-Mela dediler.

Bu Dicle'nin sularında eriyen aşkın hikayesidir

Kırklardağı'nın düzü
Karanlık bastı bizi
Kör olasın zalım Suzi
Ziyaret çarptı bizi



Acıların en büyüklerinden biri sevip kavuşamayanların , kavuşup da birbirine doyamadan ayrılanların hikayesi. Diyarbakır işte böyle dillere destan bir sevdaya şahit oldu. Diyarbakırlı Adil'in sevdiği Suzi Dicle'ye kurban oldu, Suzi'sini kaybeden Adil ise aklını yitirdi.

Diyarbakır'da yaşayan zengin bir Süryani ailenin çocuğu olmuyormuş. Aile dönemin tüm hekimlerine danışmış, türlü türlü ilaçlar, bitkiler, sular denemiş ama bir türlü bebeklerini kucaklarına almak nasip olmamış. 

Komşuların çocuklarını severek günlerini geçiren evin hanımının aklına en sonunda Diyarbakır'ın güneybatısında, Dicle nehri kenarındaki Kırklardağı Ziyareti gelmiş. Ziyarete gidip dua edenlerin istekleri kabul oluyor, dertleri derman buluyormuş. Evin hanımı bu düşüncesini eşine açmış. Ziyarete gidip adak adamayı teklif etmiş. Ama ''biz müslüman değiliz dilek de bulunsak da kabul görmez'' cevabını almış. Ama adam eşinin ısrarlarına dayanamamış. Sonunda Kırklar Ziyareti'ne gitmeyi kabul etmiş.

Ziyaret'e giderek dilekte bulunup adak adayan Süryani ailenin ettiği dualar kabul olmuş. Kısa süre sonra evin hanımı hamile kalmış. Nur topu gibi bir kız çocuğunu kucağına almış. Aile kızlarının adını Süryanice Suzi yani Suzan koymuş.

Suzan zamanla büyümüş serpilmiş. Ay yüzlü, ceylan gözlü, kuğu bakışlı bir kız olmuş. Güzelliği dillere düşmüş. Ama Suzan kalbini kaptırmış bile. Komşularının oğlu Adil'e gönlünü düşürmüş. Ama iki gencin kavuşması neredeyse imkansızmış. Çünkü Adil'İn ailesi Müslüman , Suzan'ın ki ise Süryani'ymiş. 

Suzan'ın ailesi kızlarına kavuştuktan sonra Kırklar Ziyareti'ni hiç ihmal etmemiş. Suzan'ın her doğum gününde Ziyaret'e gidilir kurban kesilir fakir fukaraya dağtılırmış. İşte yine Suzan'ın bir doğum gününde kurban kesmek için Ziyaret'e gitmek gerekmiş. Aile yaşlı olduğu için kızlarını hizmetçilerle birlikte Ziyaret'e göndermişler. 

Türbenin olduğu noktaya varıldığında hizmetçiler kesilecek kurbanın telaşına düşmüş. Kurbanı tutup kesmek isterken Suzan yanlarından ayrılmış, tepeyi aşmış ve Adil ile buluşmuş. İki gencin eli eline, gözü gözüne değmiş.

Suzi, Adil’den ayrıldıktan sonra bir daha hiç eskisi gibi olmamış. Sanki aklını yitirmiş. ‘’Dicle beni çağırıyor’ diyerek dolaşmaya başlamış. Ailesi Suzi’yi hekimlere, papazlara, sihirbazlara götürmüş ama genç kızın durumuna bir çare bulunamamış. Ve bir gün Suzi ortadan kaybolmuş. Ailesi, komşuları en çok da Adil her yeri aramış, taramış. Tüm tepelere çıkmışlar, Diyarbekir’e haber salmışlar. Ama bir türlü Suzan’ın izine ulaşamamışlar. Ama kara haber, tez duyulmuş. Dicle’nin kenarında koyunlarını otlatan bir çoban nehirde bir kızın suyun üzerinde cansız bedeninin sürüklendiğini görmüş. Hemen atlamış suya, kıza ulaşmış dışarıya çıkarmış ama artık çok geçmiş. Suzan çoktan ceylan gözlerini dünyadan koparmış, ötelere uçmuş bile. Dicle’nin kenarına gelen anne baba kızlarının cansız bedenini görünce yıkılmış, gözyaşlarına boğulmuşlar ama bu acı haber ateş olmuş Adil’in gönlüne düşmüş. Haberi alır almaz kendinden geçen Adil de aklını yitirmiş. Suzan’ın adını sayıklaya sayıklaya kendini dağlara vurmuş. Bir daha da geri dönmemiş. İki sevdalı yüreğin ayrılığı efsaneye dönüşmüş, dilden dile yayılmış. Ama en çok da Suzi’nin acılı annesinin yaktığı ağıt dillerde kalmış.



Kırklardağı'nın düzü
Karanlık bastı bizi
Kör olasın zalım Suzi
Ziyaret çarptı bizi



6 Nisan 2018 Cuma

Kardeşliğin geçemediği köprü Cendere




 Güneş yine kardeşliğin tarihininin yazıldığı  bu toprakları kavuruyor. 

Bazen medeniyetlerin kaynaştığı ama genellikle kılıç seslerinin yankılandığı topraklar yine öfkeyle yoğruluyor.  Güneşin kızgın ışıkları bahar olmasına rağmen bozkırları yakıyor. Güneyden esen rüzgarlar havayı serinletmek şöyle dursun değdiği yeri kızdırıyor.

Septimus Severus'un büyük oğlu Caracalla
Tarih M.S. 211. Roma İmparatorluğu'nun sınırlarını bir ok gibi uzaklara fırlatan imparator Septimus Severus artık hayatının son günlerinde. Yaşlı adam ülkeyi iki oğlu Caracalla ve Geta'ya bırakmaya hazırlanıyor. İki oğlunu da birbirinden ayırmayan İmparator sık sık oğullarına ülkeyi birlikte yönetmelerini tavsiye ediyor.

Severus ölürken evlatlarına pek çok nasihatte bulundu. Bunlardan en önemlisi kavga etmemeleriydi. Geta babasını can kulağı ile dinledi. Ama Caracalla ne kardeşi ne de babası gibi düşünüyordu. Onun tek amacı İmparatorluğu tek başına yönetmekti. 

İmparator Severus ölünce Caracalla zihnindeki korkunç planı devreye soktu. Gök yüzünün yıldırımlarla sarsıldığı, beyaz örtünün her yeri kapladığı, bulutların griden siyaha döndüğü uzun geceleri ağırlayan Şubat ayında dondurucu soğuk kadar Caracalla'nın karanan ruhunda da fırtınalar kopuyordu. Hem de ne fırtına.

Bu topraklar çok kardeş kavgası gördü. Ama bu kadar kanlısına ilk kez şahit olacaktı. Caracalla sarı saçlı, mavi gözlü, beyaz tenli yakışıklı kardeşi Geta'yı hain bir suikastle öldürecekti. Bunun için annesinin ülke bölünmesin diye iki kardeşin arasını bulma umudu ile ayarladığı görüşmeyi fırsat bildi. İki kardeş görüştüğü sırada Caracalla'nın kara ruhlu askerleri gizlendikleri yeren çıktı. Geta'yı annesinin gözleri önünde öldürdüler. Acılı anne Julia Domna askerleri uzun süre engellemeye çalıştı. Hatta kılıç darbelerinden o da nasibini aldı. Ama tüm yalvarmalarına ve ağlamalarına rağmen gözü dönmüş Caracalla'yı kardeş katili olmaktan alı koyamadı.

Abisi tarafından öldürülen zavallı Geta
Geta'nın vücuduna kalkıp inen her kılıç darbesi ülke topraklarına adeta lanet yağdırdı. Bolluk ve bereketle yıkanan Roma toprakları biranda kara ruhlarla kaplandı. Otlar bitmez ekinler topraktan çıkmaz oldu. Baş gösteren kıtlıkla birlikte halk arasında büyük bir huzursuzluk başladı. En samimi arkadaşlar birbirine selam vermez karı kocalar birbirini sevmez oldu. Çocukların gülen yüzlerinin yerini ağlamalar aldı.

Caracalla'nın kardeşini öldürmesi Roma Sarayı'nda da büyük üzüntüye sahne oldu. Geta'yı sevenler o günden sonra hep siyah giysiler giydiler. Yasa gömüldüler. Sarayın her odasından ağlama sesleri yükseliyor, ağıtlar dinmiyordu. Bu sızlanmalar vicdanının en gizli köşelerinde derin bir azap duyan Caracalla'yı çıldırtıyordu. Caracalla yaptığı hatayı yeni bir kinle söndürme yoluna gitti. Geta'nın tüm sevenlerinin kılıçtan geçirilmesi emrini verdi. 

Bu acımasız emrin ardından Geta'yı seven 20 bin kişi öldürüldü. İşte Perre'nin (Adıyaman) adı da bu acı hikaye ile burada buluştu. Kahta yakınlarındaki  Chabinas (Cendere) çayından günlerce Geta'nın sevenlerinin kanları attı. Cansız bedenler dondurucu sularda sürüklendi. Sahipsiz yüzler gökyüzündeki ışığı bir daha asla göremedi. Gökyüzü de Perre'ye küstü.  Bir daha ne yağmur yolladı ne de rüzgar bu kanla yoğrulan toprakları okşadı. 

Kardeş kavgasının canlı şahidi Cendere Köprüsü
Caracalla tam 20 bin kişiyi öldürdü ama öfkesi dinmedi. Kardeşinin dünyadaki varlığı gibi adının da her yerden silinmesini emretti. O'nu hatırlatan ne varsa silinmeliydi. Emri yerine getirildi. İlk olarak Roma paralarının üzerinde Geta resimleri kazındı. Bu öfkeden Chabinas çayı üzerindeki Cendere Köprüsü de nasibini aldı. Septimus Severus'un köprüyü inşa ettirirken kendisi, eşi ve iki oğlu için diktirdiği 4 sütundan birisi yıkıldı. Caracalla'nın emri ile Geta'yı temsil eden sütun yerle bir edildi. Tonlarca ağırlıktaki taşlar Chabinas çayına atıldı. Zamanla sütundan geriye kalan diğer izler de silindi.

Caracalla Geta'nın sütununa da acımadı
Pek çok kardeş kavgasına ev sahipliği yapan Anadolu toprakları bir kez daha kardeş kanıyla yıkanıyordu. Nehirler insan kanıyla kızarıyor, anneler gözyaşı döküyordu. Bu acı hikayenin en yakın şahidi Cendere Köprüsü de yaşanan kardeş kavgasının izlerini taşımaya devam ediyor. Biri eksik 3 sütunu ile tarihi yapıların sadece taştan topraktan ibaret olmadığını tüm insanlara haykırıyor.